Tapu İptali ve Tescil Davası Nedir?
Tapu iptali ve tescil davası, tapu sicilinde yapılan tescil işleminin hatalı olduğu iddiasıyla açılan davalardır. Bu davalar, hatalı olarak tescil edilen tapu kayıtlarının iptali ve taşınmazın gerçek hak sahipleri adına tescil edilmesi amacıyla açılır. Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesine göre, taşınmaz mülkiyeti kural olarak tapu siciline tescil ile kazanılır: "Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tapu siciline tescille olur." Ancak, zamanaşımı, mahkeme kararı, cebri icra, işgal ve miras gibi durumlarda mülkiyet hakkı tescilden önce de kazanılabilir ve tescil daha çok bildirici bir nitelik taşır.
Tapu kaydında hatalı tescil işlemleri çeşitli nedenlerle gerçekleştirilebilir ve bu durum hukuken "yolsuz tescil" olarak adlandırılır. Örneğin, kadastro tespitlerinin hatalı yapılması veya miras muvazaası gibi sebeplerle gerçekleştirilen hatalı tesciller yolsuz tescil kapsamına girer. Tapu iptali ve tescil davaları, yolsuz tescilin iptali ve taşınmazın gerçek hak sahipleri adına tescil edilmesi amacıyla açılır. Bu davalar, taşınmazın tapu kaydının yolsuz olduğunu ve gerçek hak durumuna aykırı olduğunu hukuki usul ve esaslar çerçevesinde ispatlamak zorundadır.
Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarına göre, tapu iptali ve tescil davalarında davacının, taşınmazın kendisine ait olduğunu ve mevcut tapu kaydının yolsuz olduğunu kanıtlaması gerekir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/13155 E. ve 2019/5597 K. sayılı kararında, yolsuz tescilin varlığı ve gerçek hak durumuna aykırı tescilin hukuki dayanakları detaylı bir şekilde açıklanmıştır.
Muvazaa ve Mirastan Mal Kaçırma Nedir?
Muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla aralarında gerçek iradelerine uymayan, görünüşte geçerli gibi görünen, ancak kendi aralarında hüküm ifade etmeyen bir sözleşme yapmalarıdır. Mirastan mal kaçırma, miras bırakanın taşınmazlarını üçüncü kişilere satış gibi göstererek devretmesiyle gerçekleşir. Bu durumda, görünüşteki işlem (örneğin satış), gerçekte mirastan mal kaçırmayı gizleyen muvazaalı bir işlem olur.
Muvazaanın gerçekleşmesi için üç temel şart bulunmalıdır:
- Tarafların gerçek amaçları ile yaptıkları işlemler arasında bilerek ve isteyerek uyumsuzluk olmalıdır.
- Üçüncü kişileri aldatma amacı bulunmalıdır.
- Taraflar muvazaalı işlem yapma konusunda anlaşmış olmalıdır.
Muris muvazaası, hukuken nispi muvazaa olarak adlandırılır ve iki işlemden oluşur: görünüşteki işlem ve gizli işlem. Görünüşteki işlem, tarafların gerçek iradesini yansıtmaz ve üçüncü kişileri aldatmayı amaçlar. Gizli işlem ise, tarafların gerçek iradesini yansıtır ancak genellikle resmi şekil şartlarına uyulmadığından geçersizdir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 19. maddesine göre, muvazaa nedeniyle yapılan işlemler, tarafların gerçek iradesini yansıtmadığı için geçersiz kabul edilir: "Bir sözleşmenin yapılmasında tarafların gerçek iradesi, görünüşteki iradeye aykırı ise, görünüşteki sözleşme geçersizdir." Bu maddeye göre, bir işlem tarafların gerçek iradesine aykırı olarak yapılmışsa, bu işlem geçersizdir. Muris muvazaasında, miras bırakan, gerçekte bağışlamak istediği taşınmazı, satış gibi göstererek devreder ve bu şekilde mirasçılarının dava açmasını önlemeyi amaçlar.
Muris Muvazaası Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davası
Muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescil davası, miras bırakanın, mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yaptığı muvazaalı işlemleri iptal ettirmek ve taşınmazın gerçek hak sahipleri adına tescilini sağlamak için açılır. Bu dava, miras bırakanın taşınmazlarını gerçekte bağışlamak istemesine rağmen, satış gibi göstererek devretmesi durumunda açılır.
Yargıtay'ın 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, muris muvazaası davalarında temel alınan kararlardan biridir. Bu karara göre, görünüşteki satış işlemi muvazaalı olduğu için geçersiz kabul edilir. Gizli işlem olan bağış sözleşmesi ise, Türk Medeni Kanunu’nun 706. maddesi, Türk Borçlar Kanunu’nun 237. maddesi ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil şartını sağlamadığı için geçersizdir. Türk Medeni Kanunu’nun 706. maddesi şu şekildedir: "Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmî şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır."
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/17392 E. ve 2020/402 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, muris muvazaası davalarında, murisin gerçek iradesinin mirastan mal kaçırmak olduğunu ispat etmek önemlidir. Bu davalarda, murisin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla hareket ettiği ve muvazaalı işlem yaptığı hukuki usul ve esaslar çerçevesinde ispatlanmalıdır. Muris muvazaası davaları, murisin ölümünden sonra açılabilir ve bu davaların açılması için zamanaşımı veya hak düşürücü süre yoktur.
Muris Muvazaası Davasının Şartları ve Yargıtay Uygulamaları
Muris muvazaası davalarının açılabilmesi için belirli şartların sağlanması gerekmektedir. Bu şartlar arasında, murisin taşınmazı mirasçılardan birine veya üçüncü bir kişiye devretmiş olması, bu devir işleminin tapuda resmi şekilde gerçekleştirilmiş olması, murisin gerçek iradesinin taşınmazı bağışlamak olduğu ve mirasçılardan mal kaçırma amacıyla hareket ettiği yer alır.
Yargıtay kararları, muris muvazaası davalarında önemli bir rol oynamaktadır. Yargıtay, muris muvazaası davalarında murisin gerçek iradesinin mirastan mal kaçırmak olduğunu ortaya koyan karineler belirlemiştir. Bu karineler arasında, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki, miras bırakanın gelir durumu ve taşınmazı satma ihtiyacı olup olmadığı gibi hususlar yer alır.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/13155 E. ve 2019/5597 K. sayılı kararında, murisin gerçek iradesinin ve mirastan mal kaçırma amacının ispatı için kullanılan deliller ve karineler detaylı bir şekilde incelenmiştir. Muris muvazaası davalarında ispat yükü davacıya aittir ve murisin gerçek iradesini ve mirastan mal kaçırma amacını hukuka uygun delillerle ispatlamak zorundadır.
Muris Muvazaası Davasının Tarafları
Muris muvazaası davalarını, miras hakkı çiğnenen her mirasçı açabilir. Saklı pay sahibi olsun veya olmasın, mirasçılar, muvazaayı her türlü delil ile ispatlayarak dava açabilirler. Yasal mirasçılar, atanmış mirasçılar ve evlatlıklar da bu davayı açabilirler. Ancak, mirası reddeden, miras hakkından feragat eden ve mirastan çıkarılan kişiler bu davayı açamazlar.
Muris muvazaası davalarında, davalı genellikle muvazaalı işlemle taşınmazı devralan kişidir. Bu kişi, miras bırakanın taşınmazı devrettiği mirasçı veya üçüncü kişi olabilir. Taşınmazın zincirleme satışlarla üçüncü kişilere devredilmesi durumunda, dava ilk devralana ve sonradan devralan kişilere karşı da açılabilir. Bu davada, taşınmazı sonradan edinen kişinin de muvazaa iradesiyle hareket ettiği ve iyi niyetli malik olmadığı ispatlanmalıdır.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2021/1592 E. ve 2021/4618 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, muris muvazaası davalarında, taşınmazın sonradan edinilmesinde iyi niyetli olma durumunun ispatı büyük önem taşır. Davacı, muris muvazaası olduğunu ve taşınmazı sonradan edinen kişinin iyi niyetli olmadığını hukuka uygun delillerle ispatlamalıdır.
Muris Muvazaası Davasında Deliller ve İspat
Muris muvazaası davalarında ispat yükü davacıya aittir. Davacı, murisin gerçek iradesinin mirastan mal kaçırmak olduğunu ispatlamak zorundadır. Bu ispat, tanık beyanları, mesajlaşma ekran görüntüleri, banka dekontları, tapu kayıtları, taşınmaza ait hava görüntüleri, ses ve görüntü kayıtları gibi çeşitli delillerle yapılabilir. Ayrıca, Yargıtay kararlarında belirlenen karineler de ispatta önemli bir rol oynar.
Muris muvazaası davalarında, delillerin hukuka uygun olarak elde edilmesi ve yargılamanın uzman bir avukat tarafından titizlikle yürütülmesi büyük önem taşır. İspat sürecinde, murisin gerçek iradesinin ve mirastan mal kaçırma amacının ortaya konulması gerekmektedir. Muris muvazaası davalarında, yargılamanın hakkaniyetli olarak sonuçlanabilmesi için delillerin eksiksiz bir şekilde sunulması ve hukuka uygun delillerin kullanılması önemlidir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/17392 E. ve 2020/402 K. sayılı kararında, muris muvazaası davalarında ispat yükümlülüğü ve kullanılan delillerin nitelikleri detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu kararda, murisin gerçek iradesinin ortaya konulmasında kullanılan delillerin hukuka uygun olması gerektiği vurgulanmıştır.
Yetkili ve Görevli Mahkeme
Muris muvazaası davalarında görevli mahkeme, Asliye Hukuk Mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir. Birden fazla taşınmazın dava konusu edilmesi durumunda, taşınmazlardan herhangi birinin bulunduğu yer mahkemesi yetkili olabilir. Muris muvazaası davalarında, yetkili ve görevli mahkemenin belirlenmesi, davanın doğru bir şekilde açılabilmesi ve yargı sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi açısından önemlidir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 12. maddesine göre, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir: "Taşınmazların aynına ilişkin davalarda yetkili mahkeme, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir." Bu maddeye göre, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi, taşınmazla ilgili davalarda yetkili olan mahkemedir. Bu hüküm, muris muvazaası davalarında da geçerlidir ve yetkili mahkemenin belirlenmesinde kullanılır.
Muris Muvazaası Davasında Zamanaşımı ve Hak Düşürücü Süreler
Muris muvazaası davaları, murisin ölümünden sonra açılabilir. Bu davalar, zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi değildir. Miras bırakan hayatta olduğu sürece, mirasçılar miras haklarına sahip olmadıklarından dolayı muris muvazaası davası açamazlar. Murisin ölümünden sonra, mirasçılar tarafından açılan muris muvazaası davalarında herhangi bir süre kısıtlaması bulunmamaktadır. Bu durum, muris muvazaası davalarının açılmasında esneklik sağlar.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2018/11515 E. ve 2021/845 K. sayılı kararında, muris muvazaası davalarının zamanaşımı süresine tabi olmadığı vurgulanmıştır. Bu kararda, muris muvazaası davalarının, mülkiyet hakkı gibi mutlak haklara dayandığı için zamanaşımı süresine tabi olmadığı belirtilmiştir.
Zorunlu veya İhtiyari Arabuluculuk
Muris muvazaası davalarında, zorunlu arabuluculuk şartı bulunmamaktadır. Ancak, taraflar arabuluculuk yoluyla anlaşarak hukuki uyuşmazlıklarını çözebilirler. İhtiyari arabuluculuk, tarafların iradelerine bağlı olarak tercih edilebilir. Muris muvazaası davalarında, arabuluculuk sürecinin işletilmesi, tarafların hukuki uyuşmazlıklarını daha hızlı ve masrafsız bir şekilde çözmelerine yardımcı olabilir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 137. maddesine göre, ihtiyari arabuluculuk, tarafların iradeleriyle başvurabilecekleri bir çözüm yoludur: "Taraflar, aralarındaki hukuki uyuşmazlıkları arabuluculuk yoluyla çözebilirler." Bu maddeye göre, taraflar, aralarındaki hukuki uyuşmazlıkları arabuluculuk yoluyla çözebilirler ve bu süreç tamamen isteğe bağlıdır.
Muris Muvazaası Halinde İleri Sürülebilecek Diğer Talepler
Muris muvazaası davaları ile birlikte veya sonrasında, farklı hak ve talepler de ileri sürülebilir. Örneğin, taşınmazın iyiniyetli üçüncü kişilere satılması durumunda tazminat talebinde bulunulabilir. Ayrıca, tapu iptali ve tescil davası ile birlikte tenkis talep edilebilir, taşınmazın kullanıldığı süre için ecrimisil ve kira alacağı talepleri ileri sürülebilir. Bu talepler, muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescil davası çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2018/11515 E. ve 2021/845 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, muris muvazaası davalarında ileri sürülebilecek diğer taleplerin de hukuka uygun şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu karar, muris muvazaası davaları ile birlikte veya sonrasında ileri sürülebilecek diğer taleplerin hukuki dayanaklarını ve değerlendirme kriterlerini detaylı bir şekilde açıklamaktadır.
Tenkis Davası ile Muris Muvazaası Davasının Farkları
Tenkis davası, murisin tasarruf nisabını aşan işlemleri nedeniyle saklı pay hakkı ihlal edilen mirasçıların açabileceği bir davadır. Muris muvazaası davası ise, miras bırakanın görünüşteki işlemleri ile mirasçılardan mal kaçırma amacını taşıyan muvazaalı işlemlerinin iptali amacıyla açılır. Tenkis davasında yalnızca saklı pay talep edilirken, muris muvazaası davasında yasal miras payı oranında hak talep edilir. Tenkis davasını yalnızca saklı pay hakkı sahibi mirasçılar açabilirken, muris muvazaası davasını tüm yasal mirasçılar açabilir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2020/3302 K. sayılı kararında, tenkis davası ile muris muvazaası davasının farkları detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu kararda, tenkis davasının yalnızca saklı pay hakkı ihlal edilen mirasçılar tarafından açılabileceği, muris muvazaası davasının ise tüm yasal mirasçılar tarafından açılabileceği vurgulanmıştır.
İlk Muvazaa İşlemine Taraf Olmayan Üçüncü Kişilerin Durumu
Muris muvazaası davalarında, taşınmazı iyiniyetle edindiğini iddia eden üçüncü kişilerin durumu da değerlendirilir. Türk Medeni Kanunu’nun 2. ve 3. maddeleri ile 1023. maddesi uyarınca, tapu siciline iyiniyetle dayanarak mülkiyet kazanan üçüncü kişinin hakları korunur. Ancak, tapu sicilindeki tescilin yolsuz olduğunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi, iyiniyet iddiasında bulunamaz. Muris muvazaası davalarında, üçüncü kişilerin iyiniyetli olup olmadığı titizlikle incelenir.
Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesi, tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımının korunacağını düzenlemektedir: "Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur." Ancak, TMK 1024. maddesi, tapu kütüğündeki tescilin yolsuz olduğunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişinin, iyiniyet iddiasında bulunamayacağını belirtir: "Bir taşınmaz üzerindeki ayni hak, tapu kütüğüne yolsuz olarak yazılmışsa, bu hususu bilen veya bilmesi gereken kimse, o ayni hakka dayanamaz." Bu hükümler, muris muvazaası davalarında üçüncü kişilerin durumunun değerlendirilmesinde kullanılır.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2021/1592 E. ve 2021/4618 K. sayılı kararında, üçüncü kişilerin iyiniyetli olup olmadığının belirlenmesi ve bu duruma göre haklarının korunması detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu karar, muris muvazaası davalarında üçüncü kişilerin durumunun nasıl değerlendirileceğine dair önemli bilgiler sunmaktadır.
Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar
Muris muvazaası davalarında, yargı sürecinin titizlikle yürütülmesi önemlidir. Dava dilekçelerinin eksiksiz sunulması, delillerin hukuka uygun olarak toplanması ve sürecin uzman bir avukat tarafından takip edilmesi gereklidir. Uygulamada en sık karşılaşılan sorunlardan biri, davanın açılmasında gecikmelerin yaşanmasıdır. Dava açılmadan önce uzun yıllar beklenmesi, delillerin toplanmasını zorlaştırabilir ve davanın ispatını güçleştirebilir. Ayrıca, tapu harçlarının düşük gösterilmesi gibi hukuki uygulamalar nedeniyle de hak kayıpları yaşanabilir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2020/3302 K. sayılı kararında, muris muvazaası davalarında dikkat edilmesi gereken hususlar ve uygulamada karşılaşılan sorunlar detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Bu kararda, dava açılmasında gecikmelerin ve delillerin toplanmasında yaşanan zorlukların, davanın ispatını güçleştirdiği ve hak kayıplarına neden olabileceği vurgulanmıştır. Bu nedenle, muris muvazaası davalarında uzman bir avukatla çalışmak büyük önem taşır.
Yargıtayın Muris Muvaazası Hakkında Kararları
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıfli) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras brakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapilan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras birakanın asl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır.
Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Somut olayda, devirlerin çok kısa aralıklarla ara malik kullanmak suretiyle yapıldığ1, akitteki değer ile taşınmazların gerçek değeri arasında fahiş fark bulunduğu, mirasbırakanın taşınmaz mal satmaya ihtiyacının olmadığı, mirasbırakan tarafından doğrudan davalıya yapılan bir temlik bulunmamakla birlikte dosya kapsamı ve tanık beyanları dikkate alındığında minnet duygusundan söz edilemeyeceği, temlikin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. (Y1.HD, 28/04/2021 T.,2020/1128 E.. 2021/2647 K.)
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2018/435 -- Karar Numarası: 2021/253
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.
1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
Miras hakları, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engellenen mirasçılar saklı pay sahibi olsun ya da olmasın yukarıdaki İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürerek iptalini isteyebilirler. Ancak, muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hüküm ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hüküm uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bundan dolayı kendi lehine hak çıkaran taraf ispat etmelidir.
Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
Davayı açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür.
Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.