Kültür Mah. Mithatpaşa Cad. No: 71/4 Çankaya/ANKARA
0 (543) 454 11 49

İnançlı İşlem (İnanç Sözleşmesi) Nedir? İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davası 2025

İnançlı İşlem Nedir?

İnançlı işlem, Türk hukukunda doğrudan kanunlarla düzenlenmemiştir, ancak uygulamada sıkça karşılaşılan bir kavramdır. Bu işlem, inanan ve inanılan arasında güvene dayalı olarak gerçekleştirilen ve mal veya hakkın belirli bir süre veya amaç için geçici olarak devredilmesini içerir. İnançlı işlemler, Roma Hukuku'ndan miras kalan bir uygulama olup, inananın malını veya hakkını inanılana belirli şartlar altında devretmesi ve bu şartların gerçekleşmesinden sonra geri almasını içerir.

İnançlı işlemin temelinde, inananın güveni ve inanılanın bu güveni suistimal etmeme yükümlülüğü bulunur. İnanan kişi, malını veya hakkını inanılana devrederken, belirli bir süre veya amaç doğrultusunda geri almayı bekler. İnanılan ise, bu malı veya hakkı amaca uygun olarak kullanmak ve sürenin sonunda veya amaç gerçekleştiğinde geri iade etmekle yükümlüdür.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E. 2010/394 K. 2010/395 14.07.2010  tarihli  kararında, inançlı işlemin tanımı şu şekilde yapılmıştır: "İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkı inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir."

İnançlı işlemler, genellikle yazılı bir sözleşme ile düzenlenir ve tarafların hak ve yükümlülüklerini belirler. İnanç sözleşmesi, inananın malını veya hakkını belirli bir süre veya amaç için inanılana devrettiğini ve bu sürenin sonunda veya amacın gerçekleşmesi durumunda geri alacağını içerir. Bu sözleşme, taraflar arasındaki güven ilişkisini ve işlemin amacını açıkça ortaya koyar.

İnançlı işlemler, özellikle gayrimenkul ve taşınır malların devrinde yaygın olarak kullanılır. Örneğin, bir kişinin bankadan kredi çekebilmesi için malını geçici olarak bir başkasına devretmesi ve kredi borcu ödendikten sonra malını geri alması inançlı işlem kapsamına girer. Bu tür işlemler, taraflar arasında güven ilişkisine dayanır ve yazılı bir sözleşme ile güvence altına alınır.

İnançlı işlemin geçerli olabilmesi için belirli şartların yerine getirilmesi gerekmektedir. İlk olarak, taraflar arasında bir güven ilişkisi olmalıdır. Bu ilişki, inananın inanılana duyduğu güven temelinde oluşur. İkinci olarak, inanç konusu mal veya hak belirli bir amaç için devredilmelidir. Bu amaç, genellikle bir teminat oluşturmak veya malın yönetimi ile ilgilidir. Üçüncü olarak, belirlenen amaç gerçekleştiğinde veya belirlenen süre dolduğunda, inanç konusu mal veya hakkın geri iade edilmesi gerekmektedir.

Yargıtay kararında, inanç sözleşmesinin ispatı ile ilgili olarak şu hususlar belirtilmiştir: "İnanç sözleşmesi, yazılı delille kanıtlanmalıdır. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Ancak yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış belgeler varsa, inanç sözleşmesi tanık dahil her türlü delille ispat edilebilir."

İnançlı İşlemin Tarafları Kimlerdir? ve İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davasında Davacı ve Davalı

İnançlı işlemin tarafları, inanan ve inanılan olmak üzere iki ana gruba ayrılır. İnançlı işlemin temelinde, taraflar arasındaki güven ilişkisi bulunur ve bu ilişki, işlem sırasında tarafların belirli hak ve yükümlülükler üstlenmesini sağlar.

İnanan, inançlı işlemde mal veya hakkı devreden kişidir. İnanan, belirli bir amacın gerçekleştirilmesi amacıyla malını veya hakkını inanılana devreder. İnanan, bu mal veya hakkın devrinin geçici olduğuna ve belirlenen sürenin veya amacın gerçekleşmesinden sonra geri alınacağına inanır. İnananın amacı, genellikle teminat sağlamak veya malın yönetimi ile ilgili olabilir.

İnanılan ise, inançlı işlemde mal veya hakkı devralan kişidir. İnanılan, inanç konusu mal veya hakkı belirli bir süre veya amaç doğrultusunda kullanmak ve bu sürenin sonunda veya amaç gerçekleştiğinde geri iade etmekle yükümlüdür. İnanılan, inanç sözleşmesine uygun davranmalı ve devraldığı mal veya hakkı amaca uygun olarak kullanmalıdır.

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davasında, tarafların kimler olabileceği hususu da önemlidir. Örneğin, inanılan, devraldığı malı veya hakkı üçüncü bir kişiye devretmiş olabilir. Bu durumda, üçüncü kişi de davalı olabilir. Ancak, üçüncü kişinin iyi niyetli olması durumunda, Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesi gereğince bu kazanım korunabilir. Bu maddeye göre, "Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur." Bu nedenle, üçüncü kişinin iyi niyetli olup olmadığı, davanın sonucunu etkileyebilir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E. 2010/394 K. 2010/395 14.07.2010 tarihli kararında, inançlı işlem nedeniyle açılan davalarda tarafların kimler olabileceği hususu şu şekilde açıklanmıştır: "İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye 'inanan' adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de 'inanılan' denir."

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E. 2010/394 K. 2010/395 14.07.2010 tarihli kararında, inançlı işlemin tarafları da şu şekilde tanımlanmıştır: "İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye 'inanan' adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de 'inanılan' denir."

İnançlı işlemin tarafları arasındaki ilişki, genellikle bir borç ilişkisi olarak kabul edilir. İnanan, malını veya hakkını devrederek bir borç ilişkisi kurar ve bu borç, belirli bir süre veya amaç doğrultusunda inanılan tarafından yerine getirilir. İnanılan ise, bu borcu yerine getirerek malı veya hakkı geri iade etmekle yükümlüdür.

İnançlı İşlemin Kapsamı ve Geçerlilik Şartları

İnançlı işlemin kapsamı ve geçerlilik şartları, bu tür işlemlerin hukuki niteliğini ve taraflar arasındaki ilişkileri belirler. İnançlı işlem, belirli bir amacın gerçekleştirilmesi için mal veya hakkın geçici olarak devredilmesini içerir. Bu işlem, kanuni bir düzenlemeye tabi olmamakla birlikte, uygulamada sıkça karşılaşılan bir durumdur.

İnançlı işlemde, inanan mal veya hakkını inanılana devreder ve bu devrin geçici olduğuna inanır. İnançlı işlemin kapsamı, devredilen mal veya hakkın niteliğine ve devrin amacına göre değişir. Örneğin, bir gayrimenkulün inançlı olarak devredilmesi, genellikle teminat amacıyla yapılır. Bu durumda, gayrimenkul, inanılan tarafından belirli bir süre veya borcun ödenmesi süresince tutulur ve borcun ödenmesinden sonra geri iade edilir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E. 2010/394 K. 2010/395 14.07.2010 tarihli kararında, inançlı işlemin kapsamı ve geçerlilik şartları şu şekilde açıklanmıştır: "İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkı inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir."

İnançlı işlemin geçerlilik şartları, işlemin hukuki niteliğini ve taraflar arasındaki ilişkileri belirler. İlk olarak, inançlı işlemin geçerli olabilmesi için taraflar arasında bir güven ilişkisi olmalıdır. Bu güven ilişkisi, inananın mal veya hakkını inanılana devretmesini sağlar. İkinci olarak, devrin belirli bir amacı olmalıdır. Bu amaç, genellikle teminat oluşturmak veya malın yönetimi ile ilgilidir. Üçüncü olarak, belirlenen amaç gerçekleştiğinde veya belirlenen süre dolduğunda, devredilen mal veya hakkın geri iade edilmesi gerekmektedir.

İnançlı işlemin geçerli olabilmesi için taraflar arasında yazılı bir sözleşme yapılması önemlidir. Bu sözleşme, tarafların hak ve yükümlülüklerini belirler ve işlemin amacını ve süresini açıkça ortaya koyar. Yazılı sözleşme, işlemin ispatı açısından da büyük önem taşır. Ancak, yazılı sözleşme olmasa bile, taraflar arasındaki güven ilişkisini ve işlemin amacını gösteren diğer deliller kullanılabilir. Bu deliller, tanık ifadeleri, yazışmalar veya diğer yazılı belgeler olabilir.

İnançlı işlemin geçerlilik şartlarından biri de tarafların iradelerinin serbest olmasıdır. Taraflar, kendi iradeleriyle ve karşılıklı rıza ile inançlı işlemi gerçekleştirmelidir. Zorla veya baskı altında yapılan işlemler geçersiz sayılır. Ayrıca, işlemin konusu olan mal veya hak, hukuka aykırı olmamalıdır. Örneğin, yasadışı bir malın inançlı olarak devredilmesi hukuken geçerli değildir.

İnançlı işlemler, genellikle borç ilişkilerinde kullanılır. Örneğin, bir kişi bankadan kredi çekebilmek için malını geçici olarak bir başkasına devredebilir ve kredi borcu ödendikten sonra malını geri alabilir. Bu tür işlemler, taraflar arasında güven ilişkisine dayanır ve yazılı bir sözleşme ile güvence altına alınabilir.

İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davası Nedir?

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davası, inanç sözleşmesine dayalı olarak bir gayrimenkulün devrinin geçersizliğinin tespiti ve mülkiyetin eski malik adına yeniden tescil edilmesi amacıyla açılan bir dava türüdür. Bu dava, inananın mal veya hakkının inanç sözleşmesine aykırı olarak geri iade edilmemesi durumunda açılır.

İnançlı işlem, belirli bir amacın gerçekleştirilmesi için mal veya hakkın geçici olarak devredilmesini içerir. Örneğin, bir kişinin bankadan kredi çekebilmesi için gayrimenkulünü geçici olarak bir başkasına devretmesi ve kredi borcu ödendikten sonra gayrimenkulün geri alınması inançlı işlem kapsamına girer. Bu tür işlemler, taraflar arasında güven ilişkisine dayanır ve yazılı bir sözleşme ile güvence altına alınır.

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davasında, inanan, inanılanın inanç sözleşmesine aykırı olarak malı veya hakkı geri iade etmemesi durumunda dava açar. Davacı, malını veya hakkını geri alabilmek için mahkemeye başvurur ve tapu iptali ve tescil talebinde bulunur. Bu dava, genellikle inanılanın yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda açılır ve inananın haklarının korunmasını amaçlar.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E. 2010/394 K. 2010/395 14.07.2010 tarihli kararında, inançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davası şu şekilde açıklanmıştır: "Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin 1090 parsel no.lu taşınmazda 700 m2'lik kısmını kendi üzerinde bırakıp kalan bölümünü davalıya satmak için anlaştığını, tapuda ifraz işlemi o anda yapılamadığı için tarafların kendi aralarında yazılı bir inanç sözleşmesi yaparak, taşınmazın tamamının davalıya tapudan devrinin yapılacağını, fakat 700 m2'lik kısmın satışa konu olmayıp davacıya ait olduğunu, ileride ifraz işlemi mümkün olduğunda 700 m2'lik taşınmazın tapusunun satıcı davacıya iade edeceğinin kararlaştırıldığını belirterek, 1090 parsel no.lu taşınmazdaki davalı adına kayıtlı tapu hissesinin 700 m2'lik arzi bölümüne isabet eden 700/4730 m2'lik hissesinin iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir."

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davasında, inanan, inanç sözleşmesinin varlığını ve devrin geçici olduğunu ispatlamak zorundadır. Bu ispat, genellikle yazılı delillerle yapılır. İnanç sözleşmesi yazılı olmasa bile, taraflar arasındaki güven ilişkisini ve işlemin amacını gösteren diğer deliller kullanılabilir. Bu deliller arasında tanık ifadeleri, yazışmalar, banka dekontları ve diğer yazılı belgeler bulunur.

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davasında, mahkeme, inanç sözleşmesinin geçerliliğini ve devrin geçici olup olmadığını inceler. Mahkeme, taraflar arasındaki güven ilişkisini, işlemin amacını ve devrin geçici olduğunu gösteren delilleri değerlendirir.

İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davası

İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davasında İspat ve Deliller

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davasında ispat ve deliller, davanın sonucunu belirleyen en önemli unsurlardan biridir. İnanan, inanç sözleşmesinin varlığını ve devrin geçici olduğunu ispatlamak zorundadır. Bu ispat, genellikle yazılı delillerle yapılır. Yazılı delil bulunmaması durumunda, delil başlangıcı niteliğindeki belgeler büyük önem taşır. Delil başlangıcı olarak kabul edilebilecek belgeler, inanç sözleşmesinin varlığını doğrudan kanıtlamasa da, işlemin amacını ve taraflar arasındaki ilişkiyi gösteren önemli delillerdir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E. 2010/394 K. 2010/395 14.07.2010 tarihli kararında, inançlı işlemin ispatı ve delillerle ilgili şu hususlar belirtilmiştir: "İnanç sözleşmesi, yazılı delille kanıtlanmalıdır. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Ancak yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış belgeler varsa, inanç sözleşmesi tanık dahil her türlü delille ispat edilebilir."

İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davasında Zamanaşımı ve Süreler

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında zamanaşımı ve süreler, davanın açılabilmesi için belirli bir zaman dilimi içinde harekete geçilmesi gerektiğini ifade eder. Bu tür davalarda, belirli bir süre zarfında dava açılmadığı takdirde, dava hakkı zamanaşımına uğrayabilir ve davacı, hak talebinde bulunamayabilir.

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında, zamanaşımı süreleri genellikle genel hükümlere tabidir. Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesine göre, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir. Bu hüküm, inançlı işlem nedeniyle açılacak tapu iptali ve tescil davalarında da uygulanır. Ancak, zamanaşımı süresinin ne zaman başlayacağı konusu önemlidir ve bu konuda farklı durumlar söz konusu olabilir.

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında, zamanaşımı süresi genellikle inanç ilişkisi sona erdiğinde veya alacak muaccel hale geldiğinde başlar. İnanç ilişkisi sona erdiğinde, inanan, malını veya hakkını geri almak için dava açabilir. Bu durumda, zamanaşımı süresi, inanç ilişkisinin sona erdiği tarihten itibaren başlar. Eğer inanç ilişkisi devam ediyorsa ve mal veya hak hala inanılana aitse, zamanaşımı süresi başlamaz. Zamanaşımı süresinin başlaması için inanç ilişkisi sona ermesi ve alacağın muaccel hale gelmesi gerekmektedir.

Yargıtay içtihatlarına göre, inançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında zamanaşımı süresi, genellikle dava açıldığı tarihten itibaren hesaplanır. Örneğin, Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'nin 2014/2616 E., 2014/6369 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, zamanaşımı süresi, alacağın istenebilir hale geldiği tarihten itibaren başlar.

İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davasında Görevli ve Yetkili Mahkeme

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında görevli ve yetkili mahkemenin doğru belirlenmesi, davanın usulüne uygun bir şekilde yürütülmesi açısından büyük önem taşır. Görevli ve yetkili mahkemenin doğru belirlenmemesi durumunda, dava usulden reddedilebilir ve davacı hak kaybına uğrayabilir. Bu nedenle, davacı, davayı açarken doğru mahkemeyi belirlemeli ve davayı görevli ve yetkili mahkemede açmalıdır.

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında görevli mahkemeler, genellikle asliye hukuk mahkemeleridir. Asliye hukuk mahkemeleri, taşınmaz mülkiyeti ve ayni haklarla ilgili davalarda genel görevli mahkemelerdir. Bu tür davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili mahkeme olarak kabul edilir. Türk Medeni Kanunu'nun 1023. ve 1024. maddelerine göre, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi, taşınmazla ilgili davalarda yetkilidir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E. 2010/394 K. 2010/395 14.07.2010 tarihli kararında, inançlı işlem nedeniyle açılan davalarda görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesi hususu şu şekilde açıklanmıştır: "İnançlı işlemler nedeniyle açılacak tapu iptali ve tescil davalarında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir."

Görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesinde, taşınmazın bulunduğu yerin yanı sıra, tarafların ikametgahı ve diğer ilgili hususlar da dikkate alınabilir. Ancak, temel kural olarak, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi yetkili mahkeme olarak kabul edilir ve dava, bu mahkemede açılmalıdır.

Görüleceği üzere İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davası oldukça teknik bir konu olduğundan bir avukattan destek alınmasını öneriyoruz.

İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davası Yargıtay Kararları

Yargıtay Kararı - HGK., E. 2010/394 K. 2010/395 T. 14.7.2010:

İnanç sözleşmesinin geçerliliği için yazılı delil yeterlidir, tarihinin tapu devrinden sonra olması sonuca etki etmez, davanın reddi bozma gerekçesiyle doğru bulunmamıştır.

Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Demre Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 09.10.2008 gün ve 2007/147 E., 2008/148 K. sayılı kararın incelenmesinin davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 26.05.2009 gün ve 2009/4139-6415 sayılı ilamı ile;

(…

…Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davalı davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece davada dayanılan 9.12.1993 günlü sözleşme tapuda devir tarihi olan 13.4.1992 tarihinden sonraki bir tarihi taşıdığından bahisle kanıtlanmayan davanın reddine karar vermiştir.

Hükmü davacı temyiz etmiştir.

İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.

İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.

İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye "inanan" adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de "inanılan" denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise "inanç konusu şey" olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

İnanç sözleşmeleri kaynağını Borçlar Kanunun 18.maddesi ile 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararından alır. Sözü edilen bu karar uyarınca inanç ilişkisinin ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Kısaca, inanç ilişkisinin varlığını kabul edebilmek için yazılı bir sözleşmenin açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin varlığı aranır.

Yazılı delil başlangıcı niteliğinde belge varsa HUMK'nun 292.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi "tanık" dahil her türlü delille ispat edilebilir.

Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelince;

İmza ve içeriği konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmayan 9.2.1993 tarihli belge inanç sözleşmesinin varlığını kabul etmeye yeterlidir. Bu belgenin aktin yapıldığı 13.4.1992 tarihinden sonra düzenlenmesinin bir önemi yoktur. Çünkü 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında böyle bir kısıtlama bulunmamaktadır.Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının yorum yolu ile genişletilerek bir taraf aleyhine durum yaratılması da İçtihadı Birleştirme Kararı ile amaçlanan sonuca uygun düşmez.

Mahkemece mevcut deliller doğrultusunda çekişmenin esası incelenerek bir hüküm kurulması gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir…

…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin 1090 parsel no.lu taşınmazda 700 m2'lik kısmını kendi üzerinde bırakıp kalan bölümünü davalıya satmak için anlaştığını, tapuda ifraz işlemi o anda yapılamadığı için tarafların kendi aralarında yazılı bir inanç sözleşmesi yaparak, taşınmazın tamamının davalıya tapudan devrinin yapılacağını, fakat 700 m2'lik kısmın satışa konu olmayıp davacıya ait olduğunu, ileride ifraz işlemi mümkün olduğunda 700 m2'lik taşınmazın tapusunun satıcı davacıya iade edeceğinin kararlaştırıldığını belirterek, 1090 parsel no.lu taşınmazdaki davalı adına kayıtlı tapu hissesinin 700 m2'lik arzi bölümüne isabet eden 700/4730 m2'lik hissesinin iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece; taraflar arasında yapılan inanç sözleşmesinin en geç resmi senedin yapıldığı tarihe kadar yapılması gerektiği, olayda ise bu tarihten sonra taraflar arasında yazılı sözleşme yapıldığı, söz konusu belgenin inançlı belge olarak kabulünün mümkün olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairece; hüküm yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuş; yerel mahkemece ilk kararda direnilmiş, direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasındaki satış işleminin tapuda 13.04.1992 tarihinde gerçekleşmesi, inançlı işleme konu belgenin satış işleminden sonra 09.02.1993 tarihinde düzenlenmesi karşısında, bu belgenin inanç sözleşmesi olarak kabul edilip edilemeyeceği, görülmekte olan davada ispat vasıtası olarak değer verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın esasının incelenmesine geçilmeden önce, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye "inanan" adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de "inanılan" denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise "inanç konusu şey" olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir(Borçlar Kanunu mad.81). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanununun 19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde, inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Bilindiği üzere, İnanç Sözleşmeleri kaynağını Borçlar Kanunun 18.maddesi ile 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararından almakta, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, "kötü niyetli ve haksız gizlemeler" dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı,

Zira Borçlar Kanununun "müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur" hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İnançları Birleştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

Anılan İnançları Birleştirme kararının sonuç ölümünde ifade olunduğu üzere, inanç sözleşmesi olarak anılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi yeterli görülmüş olup, hiçbir yerinde inançlı işlemin dayandığı yazılı belgenin, en geç işlem tarihinde veya daha önceki bir tarihte düzenlenmiş olması gerektiği hususu tartışılmadığı gibi değinilen bu konuda en ufak bir açıklamada dahi bulunulmamıştır. Bunun dışındaki bir kabul, İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi anlamını taşıyacağından, bu durum hukuk düzeni tarafından kabul edilemez.

Öteki deyişle, İnanç Sözleşmesine dayalı iddiaların şekle bağlı olmayan, tarafların imzasını taşıyan yazılı belge ile kanıtlanabileceği, inançlı işleme konu belgenin, akit tarihinden önce ya da sonra düzenlenmesinin sonuca etkili olmadığı İnançları Birleştirme Kararının doğal bir sonucudur. Sözü edilen kararın gerekçesinde yazılı belgenin akitten önce veya sonra düzenlenmesi gerektiğine; diğer bir deyişle akitten sonraki tarihi taşıyan belgenin geçerli olamayacağına dair bir ifade ya da hüküm yer almadığı gibi sonuç bölümünde de yalnızca "nam-ı müstear davalarının mesmu ve yazılı delil ile ispatının caiz olduğuna" hükmedilmiştir.

İnançları Birleştirme Kararının içeriğinde yer almayan belgenin akit tarihinden önce düzenlenmesi gerektiği yönündeki ek koşulun yorum yolu ile de olsa İnançları Birleştirme Kararı kapsamına alınması mümkün değildir. (Ergun Özsunay, s.121; Gülay Öztürk, s.56)

Kaldı ki, haricen düzenlenen ve herhangi bir resmi makamın onayını taşımasına gerek bulunmayan bir belgeye akit tarihinden sonra düzenlenmesine rağmen, akit tarihinden önceki tarih atılmak suretiyle geçerlik kazandırılması ve böylece aranan şekli niteliğin verildiğinin kabul edilmesine karşılık işlem tarihinden sonraki bir tarih atılması durumunda belgenin geçerli kabul edilmemesi hali çelişki doğurmaktadır.

Diğer yandan olayın çözümünde esas olan yanların iradesidir. İnançlı İşlemlerde inanan belirli bir amaç için taşınmazı satış biçiminde temlik etmekte, fakat taraflar amaç gerçekleştiğinde, taşınmazın iade edilmesinde sözleşmektedirler. Yanlar satış (temlik) işleminin yapıldığı sırada koşulların oluşması durumunda taşınmazın, iade edildiğini kararlaştırmaktadırlar. Olaya bu açıdan bakıldığında, iradelerin yazılı biçime bağlanması zamanının diğer bir deyişle resmi sözleşmenin yapılmasından önce veya sonra olmasının sonuca bir etkisi olmamalıdır. Zira, temliki işlemin yapıldığı tarihte var olan irade akitten önce; akit tarihinde ya da akit tarihinden sonra yazılı belge ile teyit edilmiş olmaktadır.

İnanç sözleşmelerinin hukuki dayanağını anlattıktan sonra uyuşmazlığın çözümünde faydalı olacağı düşünüldüğünden ispat hukuku açısından da konuya bakılması gerekmektedir.

İnançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen taraf 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun 6.maddesi uyarınca iddiasını ispat etmek zorundadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, inanç sözleşmesinin yazılı olması koşulu geçerlilik şartı olmayıp bir kanıtlama aracı olduğu, öğretide ve uygulamada oybirliğine yakın bir çoğunlukla kabul edilmektedir. (Eraslan Özkaya, Açıklamalı-İçtihatlı İnançlı İşlem ve Muvazaa davaları, 2. Baskı, sayfa 34; Güray Öztürk, İnançlı İşlemler, Yetkin Yayınları 1998, s.58,89,160,167; Doç. Dr. Ergün Özsunay, Türk Hukukunda ve Mukayeseli Hukukta İnançlı Muameleler, Cezaevi Matbaası, 1968 basım, s.98,99) Kazandırıcı işlem resmi şekilde yapılsa dahi inanç sözleşmesinin resmi şekilde yapılması gerekli olmayıp sadece yazılı yapılması zorunlu ve yeterlidir. Nitekim bu husus yukarıda etraflıca açıklandığı üzere 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında da açıkça belirtilmiştir.

Öteki deyişle, tapulu taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararının bir gereğidir.

İnançlı işlemi doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmadığından, ispatı hakkında da kanunlarımızda bir hüküm yer almış değildir. İnançlı işlemin ana unsurları, inanç sözleşmesi ve kazandırıcı işlem (hakkın devri işlemi) nasıl özel bir şekle bağlı değilse, inançlı işlemin ispatında da, kural olarak özel bir biçim koşulunun aranmaması, inançlı işlemin ispatında genel hükümlerin uygulanması gerekir.

Konusu menkul ve tapusuz olan inançlı devirler, Medeni Kanunun 763/1 (687/1), 977/1 (890/1), 979/2 (892/2) maddelerine göre hiçbir şekle bağlı olmaksızın zilyetliğin devri suretiyle gerçekleştirildiğinden, dava değeri (inançlı işlemin konusu) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288.maddesinde öngörülen miktarı geçmediği sürece, inançlı işlem, tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilir.

Ne var ki, inanca dayanan temliki işlem, uygulamada en çok rastlanan şekliyle, resmi veya yazılı bir sözleşme ile gerçekleştirilmiş ve açılan davada da o sözleşmenin aksi iddia edilmekte veya açılan dava o yazılı veya resmi sözleşmenin niteliği, tarafları gibi bazı unsurlarını değiştirmekte ise, davanın Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 290.maddesine göre yazılı delil ile ispatı gerekmektedir. 05.02.1947 tarih 1945/20 Esas, 1947/6 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile de anılan madde hükmüne uygun kural getirilmiş, ancak resmi sözleşmenin aksinin yazılı sözleşme ile ispatını yeterli görmüştür. (Eraslan Özkaya, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, s.45, 46).

Esasen, yazılı şeklin, kanıtlama aracı olduğu ilkesinden hareketle uygulamada, yine ispat vasıtası olarak yemin (HUMK.m.337), ikrar ve kabul, tarafı bağlayıcı kabul edilmiş davanın (iddianın) kanıtlanabileceği sonucuna varılmıştır.

Uygulama bununla da yetinmemiş, yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belge ve vakıaların tamamlayıcı kanıtlarla (HUMK.m.292), inanç sözleşmesinin varlığını kanıtlayabileceğini kabul etmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun, 23.05.1990 gün ve 1990/1-2002-315; 17.10.1990 gün ve 1990/14-325-492; 29.06.2005 gün ve 2005/14-395-421; 1.7.2009 gün ve 2009/13-222 E., 2009/299 K.; 28.12.2005 gün ve 2005/ 14-677-774; 13.5.1992 gün ve 1992/14-249 E., 1992/323 K.sayılı kararlarında da bu ilkeler benimsenmiştir.

Tüm bu ve benzeri kararlar, iyiniyetin hukukumuzun çatısı olduğu kadar, hakkaniyete ilişkin kuralların da hukukun temeli olmasının bir sonucudur.

Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

Somut olaya gelince; dava konusu payın ilişkin bulunduğu 1090 parsel nolu taşınmazın tamamının, davacı adına kayıtlı iken, 13.04.1992 tarihinde satış gösterilerek davalıya devir edildiği, daha sonra taraflar arasında davada dayanılan inançlı işleme konu olan 09.02.1993 tanzim tarihli adi yazılı belgenin düzenlendiği, belgedeki imzaların taraflara ait olduğunun, 18.06.2008 tanzim tarihli Adli Tıp Kurumu raporu ile anlaşıldığı, belge içeriğinde aynen; "…

…Güvercinlik mevkiinde bulunan 3000 m2 miktarındaki tarlanın tamamını tapudan Mehmet Akgedik'e devir ettim. Tapuda bölme işlemi olmadığından dolayı bu işlem yapılmış olup, Mehmet Akgedik iş bu senet gereğince 700 m2 miktarındaki taşınmazın tapusunu ilerde Mehmet Çulcu'ya devir edecektir. Bunun dışında Mehmet Çulcu ile Mehmet Akgedik arasında herhangi bir alacak ve verecek mevzusu yoktur. Tapunun 700 m2 miktarının devir edilmemesi halinde ise işbu senet ve anlaşma gerekince Mehmet Çulcu o tarihteki tarlanın rayiç bedeli üzerinden bedelini almayı hak kazanmıştır…

…" yazdığı hususlarında ihtilaf bulunmamaktadır.

Her ne kadar söz konusu belge, işlem tarihinden sonraki bir tarihte düzenlenmiş olsa da, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında belgenin yazılı olmasından başkaca bir şart aranmadığı dolayısı ile inanç sözleşmesinin düzenleme tarihinin işlem tarihinden önce veya sonra olmasının sonuca etkili olmayacağı ve hakkın elde edilmesini kısıtlamayacağı hususu yukarıda etraflıca açıklanmıştır.

İnançları Birleştirme Kararının başkaca kısıtlamalar veya şekil şartları öngördüğü sonucuna yorum yolu ile de ulaşılamayacağından söz konusu belgenin sözü edilen İnançları Birleştirme Kararına uygun bir ispat vasıtası olduğunun kabulü gerekmektedir.

Bununla birlikte yemin, ikrah, kabul ve yazılı delil başlangıcı gibi delillerin de işlem tarihinden sonraki bir tarihte ortaya çıkan deliller olmalarına rağmen ispat vasıtası olarak kullanılabilecekleri, istikrar kazanmış Yargıtay uygulamaları ile de sabit hale geldiğine göre olayımızda olduğu gibi tarafların imzasını içeren adi yazılı belgenin de düzenleme tarihine bakılmaksızın ispat vasıtası olarak ileri sürülmesinde bir engel bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Ayrıca, söz konusu belge içeriğinin tarafların gerçek iradesini yansıttığı açıkça anlaşılmaktadır. Hukukun amacının adaleti gerçekleştirmek olduğu hususu göz önünde tutulduğunda, tarafların gerçek iradesini yansıtan ve hiçbir hukuk normu veya hukuk normu yerine geçebilecek bir düzenleme ile açıkça yasaklanmayan bir konuda adalet ve hakkı, şekle kurban etmemek gerekmektedir.

Bununla birlikte, günlük hayatın bir parçası haline gelen ve hayatın her alanında toplumun her kesimi tarafından kullanılan inanç sözleşmesinin de önünü daraltıcı yorumlarla kapatmamak, tam tersine genişletici yorumlarla önünü açmak gerektiği de her kesin kabulündedir.

Hal böyle olunca; Yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, taraflar arasında düzenlenmiş 09.02.1993 tanzim tarihli belgenin inanç sözleşmesi olduğu, tarihinin tapu devrinden sonraya ilişkin bulunmasının sonuca etkili olmadığı, dolayısı ile ispat vasıtası olarak ileri sürülmesinde bir engel bulunmadığı kabul edilerek, dosyada mevcut deliller doğrultusunda çekişmenin esasının incelenerek bir hüküm kurulması gerekirken, yanılgılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2018/5340 E., 2020/5372 K.

İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davasında, üçüncü kişinin iyiniyetinin tespit edilmesi gerekmektedir. Üçüncü kişinin iyiniyetli olması durumunda, tapu iptali ve tescil talebi reddedilir.

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı, kayden maliki bulunduğu 934 ada 48 parsel sayılı taşınmazdaki 9 numaralı bağımsız bölümün bankaya olan borcundan dolayı satılmasını engellemek amacıyla davalı ... ile vardıkları anlaşma doğrultusunda aralarında bila tarihli sözleşme düzenlediklerini, anılan sözleşme ile davalı ...’nin kredi alıp taşınmaz üzerindeki haczi kaldıracağının ve sonrasında dava konusu taşınmazı iade edeceğinin kararlaştırıldığını, ne var ki, anlaşma hükümlerine aykırı şekilde davalı ...’nin çekişmeli bağımsız bölümü davalı ...’a satış suretiyle temlik ettiğini, davalı ...’ın da söz konusu taşınmazı diğer davalı ...’ye satış yoluyla devrettiğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescile karar verilmesini istemiştir.Davalılar, davaya cevap vermemişler ve duruşmalara da katılmamışlardır.

Mahkemece, davanın reddine ilişkin olarak verilen kararın Dairece; “...Davacı, davalı ... ile aralarındaki sözleşmeye bağlı olarak inançlı işlem hukuki nedenine dayandığına ve sözleşmeye davalı tarafından itiraz edilmediğine göre davacının iddiasını tanıkla ispatlaması mümkündür...Hâl böyle olunca, davacı tanığı ... 'ın yöntemince duruşmaya çağrılarak davacının iddiaları hakkında beyanının alınması, davacının inançlı işlemin belgesi olarak bildirildiği sözleşme aslının ... Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/2044 sayılı soruşturma dosyasından getirilmesi, böylece tüm delillerin değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu şekilde karar verilmesi isabetsizdir...”gerekçesiyle bozulması üzerine mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda davalılar ... ve ... yönünden davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş, davalı ... bakımından ise; iddianın kanıtlandığı gerekçesiyle dava kabul edilmiştir.

Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.

Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.

Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.

Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 08.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olaya gelince, davacı ile ilk el olan davalı ... arasında düzenlenen tarihsiz belgeden, davacının davalı ...’ye yaptığı taşınmaz temlikinin gerçek satış olmadığı ve geri alma koşulu ile gerçekleştirildiği hususunda kuşku yoktur.

Bir başka deyişle, davacının ibraz ettiği sözleşme, inançlı işlemin yazılı kanıtı niteliğindedir. Ancak; davalı ...’nin bağımsız bölümü devrettiği davalı ... ikinci el konumunda ve davalı ... de taşınmazı iktisap eden üçüncü el durumundadır. Bu itibarla, kayıt maliki ... yönünden tapu iptali-tescile karar verilebilmesi, davalı ...’nin taşınmazı ediniminde iyiniyetli olmadığının belirlenmesi koşuluna bağlıdır. Zira, kayıt maliki ... ’nin iyiniyetli olması halinde TMK'nin 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacağı tartışmasızdır.

Tüm bu açıklamalar dosya içeriğindeki deliller ve özellikle tanık beyanları ile birlikte değerlendirildiğinde; üçüncü el durumundaki davalı ...’nin kötüniyetli olduğunun ispatlandığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca, davalı ... yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. Davalı ...’nin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Avukat Muhammet Ali BEYHAN
Kültür Mah. Mithatpaşa Cad. No: 71/4 Çankaya/ANKARA
0 (543) 454 11 49
Black Minimalist Modern Attorney Law Logo 1080 x 1080 piksel

You cannot copy content of this page

Scroll to Top
× İletişime Geç