Kültür Mah. Mithatpaşa Cad. No: 71/4 Çankaya/ANKARA
0 (543) 454 11 49

Tasfiye Halinde İhlas Finans Kurumu Kar ve Zarara Katılma Hesabı Anayasa Mahkemesi Kararı 2025

Tasfiye Halinde İhlas Finans Kurumu: Kuruluşu, Gelişimi ve Tasfiyesi

İhlas Finans Kurumu, Türkiye'de faizsiz bankacılık alanında hizmet vermek amacıyla 1995 yılında kurulmuştur. 1994 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla faaliyet izni almış ve 28 Nisan 1995 tarihinde resmi olarak faaliyete geçmiştir. Kuruluşun temel amacı, faizsiz bankacılık prensiplerine uygun olarak finansal hizmetler sunmak ve bu alanda yenilikçi çözümler geliştirmek olmuştur.

Kuruluşundan itibaren hızla büyüyen İhlas Finans Kurumu, özellikle faizsiz bankacılık hizmetlerine olan talebin artmasıyla geniş bir müşteri kitlesine ulaşmıştır. Müşterilerine sunduğu kâr ve zarara katılma hesapları, faizsiz finansman ürünleri ve yatırım fırsatları ile sektörde önemli bir yer edinmiştir. Ancak, 2000'li yılların başında yaşanan ekonomik krizler ve sektördeki zorluklar, kurumun mali yapısında önemli sorunlara yol açmıştır.

Tasfiye Halinde İhlas Finans Kurumu Tasfiye Süreci

İhlas Finans Kurumu'nun mali yapısındaki sorunlar ve yükümlülüklerini yerine getirememe durumu, 2001 yılında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından incelenmiştir. BDDK, 10 Şubat 2001 tarihinde aldığı kararla İhlas Finans Kurumu'nun faaliyet iznini iptal etmiş ve kurumu tasfiye sürecine sokmuştur. Bu kararın gerekçeleri arasında kurumun mali yapısının taahhütlerini karşılayamayacak derecede zayıfladığı, likidite sorunlarının çözülemediği ve mevzuata aykırı işlemler yapıldığı gibi sebepler yer almıştır.

BDDK'nın kararının ardından, İhlas Finans Kurumu'nun tasfiye işlemleri başlamıştır. 3 Ağustos 2001 tarihinde yapılan Olağanüstü Genel Kurul Toplantısı'nda, tasfiye memurlarına tasfiye işlemlerini yürütme yetkisi verilmiş ve borçların ödenmesi süreci planlanmıştır. Tasfiye süreci, kurumun alacaklarının tahsil edilmesi ve borçlarının ödenmesi amacıyla yürütülmüştür. Ancak, bu süreç uzun yıllar boyunca devam etmiş ve birçok alacaklı, yatırımlarını geri almak için çeşitli hukuki yollara başvurmak zorunda kalmıştır.

Trafik Kazası Tazminat Davası ve Araç Değer Kaybı Tazminatı hakkında bilgi almak için tıklayınız.

Tasfiye Halinde İhlas Finans Kurumu Kar ve Zarara Katılma Hesabı Mudilerine Ne Zaman Ödeme Yapılacak ?

Tasfiye Halinde İhlas Finans Kurumu tarafından 31.12.2022 tarihli duyuru şu şekildedir:

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun 10.02.2001/171 sayılı kararı ile İhlas Finans Kurumu'nun faaliyet izni kaldırılmış ve tasfiye süreci başlamıştır.

Gerekli hazırlıklar bitirildikten sonra 03.08.2001'de yapılan Tasfiye Genel Kurulu'nda Türk Ticaret Kanunu amir hükümleri doğrultusunda, alınan kararlar gereği önce devlete olan vergi, sigorta borçları, daha sonra iş akitleri feshedilmiş olan personelin İş Kanunu'ndan doğan alacakları ödenmiştir.

Şubat 2002'de ödeme planının 3. sırasında yer alan Cari hesapların ödenmesine başlanmış, her ay düzenli olarak hesap miktarı oranında ödemeler yapılmış ve Temmuz 2007 ayında yapılan ödeme ile cari hesapların tamamı ödenmiştir.

24 Şubat 2003 tarihinde yapılan Genel Kurul'da alınan özel kararla, ödeme planında 4.sırada yer Katılım hesaplarına da ödemelere başlanılmıştır. Bu ödemelerimiz, TTK gereğince kurumumuzun denetimini yapan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından da uygun görülmüştür. Katılım hesaplarına, kök hesapta bulunan toplam meblağın dikkate alınması yoluyla küçükten büyüğe doğru hesabın tamamının sıfırlanması metodu ile bu güne kadar ödemeler yapılmıştır.

Bu ödemeler ile 2.069.- USD'ye kadar olan hesaplar ödenmiştir.

Tasfiye Başlangıcından 31 Aralık 2022 tarihine kadar yapılan mevduat ödemeleri ve kalan mevduat tablosu:

- Cari Hesap Ödemesi

Cari hesap ödemelerinin tamamı yapılmıştır.

  Mudi SayısıUSDEUR
     
Tasfiye Başlangıcı : 66,34437,390,3329,247,006
     
Bugün : 000
     
Yapılan Toplam Ödeme : 66,34437,390,3329,247,006

Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere Cari hesaplar ile ilgili 66.344 hesap sahibine, 37.390.332 USD ve 9.247.006 EUR ödeme yapılarak tüm cari hesap ödemeleri Temmuz-2007'de tamamlanmıştır.

- Kar ve Zarara Katılım Hesabı Ödemesi

  Mudi SayısıUSDEUR
     
Tasfiye Başlangıcı : 155,954638,288,706235,106,171
     
Bugün : 19,415110,196,47653,214,693
     
Yapılan Toplam Ödeme : 136,539528,092,230181,891,478

Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere Kar ve Zarara Katılma Hesapları ile ilgili tasfiyeden bu yana mudi sayısında 135.184 adet; mevduat tutarında da 525.516.278 USD ve 180.794.211 EUR azalma olmuştur.

Tasfiye Halinde İhlas Finans Kurumu tarafından 23 yılı aşkın süredir devam eden tasfiye sürecinin mudileri zarara uğrattığı ve mağduriyet yaşandığı, mudilerin alacaklarını tahsil edememesinin makul bir süreyi aştığı ve bu durumun Mülkiyet Hakkına Bağlı Etkili Başvuru Hakkının İhlali olarak değerlendirilmiştir.

"Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için teorik düzeyde etkili bir yol olduğu tespit edilen icra takibine yönelik itiraz üzerine yapılan yargılamada derece mahkemelerince başvurucunun iddialarının esasına ilişkin bir inceleme yapılmamıştır. Bu itibarla başvurucunun iddialarının esasının değerlendirilmesi ancak yeniden yargılama ile mümkün olduğundan yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır."

Bu süreçte alacakların tahsil edilememesi makul bir süreyi aşmış ve bu durum mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi'nin kararı, alacaklarınızın tahsili için hukuki yolların etkin bir şekilde kullanılmadığını ve makul sürede çözüm üretilmediğini ortaya koymaktadır.

Alacaklarınızın tahsili için hukuki yollara başvurmak, haklarınızı aramak ve mağduriyetinizi gidermek amacıyla profesyonel destek almanız ve hak kaybı yaşamamak adına bir avukat ile iletişime geçmeniz büyük önem taşımaktadır.

 

Tasfiye Halinde İhlas Finans Kurumu

Tasfiye Halinde İhlas Finans Kurumu Kar ve Zarara Katılma Hesabının Mülkiyet Hakkına Bağlı Etkili Başvuru Hakkının İhlali Hakkında Anayasa Mahkemesi Kararı

Başvuru Numarası : 2017/28711
Karar Tarihi : 14/9/2023

A. Uyuşmazlığın Arka Planı 

  1. 19/12/1983 tarihli ve 18256 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Özel Finans Kurumları Kurulması Hakkında 83/7506 sayılı Bakanlar Kurulu kararı uyarınca özel finans kurumlarının (ÖFK) kurulması karara bağlanmıştır.

  2. ÖFK niteliğindeki İhlas Finans Kurumu A.Ş.ye (Şirket) Bakanlar Kurulunun 19/11/1994 tarihli ve 94/6193 sayılı kararıyla faaliyet izni verilmiş, Şirket 28/4/1995 tarihinde faaliyete geçmiştir.

  3. Başvurucu; kâr ve zarara katılma hesabı sözleşmesi kapsamında Şirkete 26/10/1999 tarihinde 8.008 Amerikan doları (dolar), 17/4/2000 tarihinde 2.965 dolar, 17/5/2000 tarihinde 800 dolar yatırmıştır.

  4. Şirketin faaliyet izni Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun (BDDK) 11/2/2001 tarihli ve 24315 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 10/2/2001 tarihli ve 171 sayılı kararı ile kaldırılmıştır. Kararda şu gerekçelere yer verilmiştir: ''...

  • Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası nezdindeki EFT ve takas hesapları ile blokajları üzerine muhtelif miktarlarda ihtiyati haciz konulan ve bu haciz talepleri her geçen gün artmakta olan,
  • Kaynak Kullanımı Destekleme Fonuna karşı yasal yükümlülüklerini yerine getiremediği için 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca hakkında takibat başlatılan,
  • Nezdindeki vadesi dolan katılma hesapları ile cari hesap sahiplerine fonlarını ödeyemeyen,
  • Mali bünyesinin taahhütlerini karşılayamayacak ölçüde zayıflamış olduğu anlaşılan,
  • Mali bünyesinin güçlendirilmesi konusunda alınan önlemlere rağmen likidite sorununu çözmede başarılı olamayacağı anlaşılan,
  • Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca yapılan incelemelerde, tabi olduğu mevzuata aykırı olarak varlıklarını hakim sermayedarlarının Grup firmalarına aktardığı tespit olunan,
  • Bankalar Yeminli Murakıplarınca yapılan incelemeler sonucunda yükümlülüklerini vadesinde yerine getirmediği, faaliyetine devamının cari ve katılma hesabı sahiplerinin hakları bakımından tehlike arzettiği ve yönetim ve denetimini elinde bulunduran ortaklarının Kurum kaynaklarını Kurumun emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde doğrudan veya dolaylı olarak kendi lehlerine kullanmaları nedeniyle 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin 3 ve 4 numaralı fıkralarındaki şartların oluştuğu tespit edilen...''
  1. Alınan bu karar üzerine Şirket 3/8/2001 tarihinde Olağanüstü Genel Kurul Toplantısı yapmıştır. Olağanüstü Genel Kurulun oyçokluğuyla aldığı kararlar özetle şöyledir: i. Tasfiye memurlarına 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun 438. ve devamı maddeleri uyarınca tasfiye işlemlerini yürütmek üzere tam yetki verilmiştir. ii. Tasfiye memurlarınca tasfiye sürecinde borçlu firmalardan yapılacak tahsilat miktarına, şekline ve tahsilat sürelerine uygun olarak kesinleşen tüm borçlar; elverdiği ölçüde, beş yıl içinde nakdi ve alacaklıların kabulüne bağlı olarak gayrinakdi, kıymetli evrak, menkul kıymet ve benzeri şekilde ödenecektir. Ayrıca Şirket alacakları ile mudiye olan TL borçlarının 3/8/2001 tarihi itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) döviz satış kurundan dolara dönüştürülmesine karar verilmiştir. iii. Ödemelerin tasfiye gayesine uygun düştüğü ölçüde 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'na kıyasla 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri dikkate alınarak;
    • İmtiyazlı alacaklar (bu başlıkta amme alacakları, personel alacakları gibi),
    • Hesap sahipleri (cari hesap, kâr ve zarara katılma hesapları),
    • Şirketin sair borçları,
    • Ortaklar sıralaması ile yapılması kararlaştırılmıştır.

B. İcra Takibi ve Dava Süreci

  1. Başvurucu 28/2/2011 tarihinde Şirkete ihtarname göndererek 13.320 dolar alacağının tebliğden itibaren on beş gün içinde ödenmesini istemiştir.

  2. Başvurucu 31/3/2011 tarihinde Diyarbakır 5. İcra Müdürlüğünde 20.619,36 TL asıl alacağın tahsili için ilamsız icra takibi başlatmıştır. Tebliğ edilen ödeme emrine başvurucunun muaccel bir alacağının bulunmadığı, Şirketin tasfiye sürecinde olduğu ve icra dairesinin yetkisiz olduğu gerekçeleriyle itiraz edilmiştir. Yetki itirazı üzerine bu defa takip dosyasının Bakırköy İcra Müdürlüğüne (İcra Müdürlüğü) gönderildiği, tebliğ edilen ödeme emrine Şirket tarafından yapılan itiraz üzerine takibin durmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

  3. Başvurucu 10/8/2012 tarihinde Şirket tarafından yapılan itirazın iptaline karar verilmesi talebiyle Bakırköy 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde (Asliye Ticaret Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucunun bu davada Şirketin keyfî olarak tasfiye sürecini tamamlamadığını ve alacağı muaccel olmayan bazı kişilere usulsüz olarak ödeme yapıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu, bu kapsamda toplanmasını istediği delilleri 10/4/2013 tarihli dilekçeyle Mahkemeye sunmuştur. Dilekçesinde, alacağı muaccel olmayan mudilerden C.A.ya Şubat 2011 tarihinde 15.600 dolar ödeme yapıldığından banka kayıtlarının istenmesini, Ankara'da faaliyet gösteren K. Dayanıklı Tüketim Malları Paz. ve Tic. A.Ş. vasıtasıyla kâr-zarar katılımı alacağı olan mudilerle ödeme sözleşmesi yapılarak borçlar bu şirket vasıtasıyla ödendiğinden ve Diyarbakır'da faaliyet gösteren D. Paz. Dağ. ve Tic. Ltd. Şti. aracılığıyla mudilere ödemeler yapıldığından bu şirketler hakkında araştırma yapılmasını, Şirketin kayıtları hakkında doğru bilgi vermediğinin ispatı için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğünce Şirket hakkında düzenlenen denetim raporunun istenmesini ve Şirket yöneticileri hakkında açılan davanın sonucunda Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesince verilen gerekçeli kararın incelenmesini talep etmiştir. Başvurucunun ileri sürdüğü hususlarda Mahkeme tarafından herhangi bir araştırma yapılmadığı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan inceleme neticesinde görülmüştür.

  4. Yargılama sırasında mali müşavir bilirkişisi tarafından düzenlenen 24/9/2013 tarihli raporda özetle şu tespitlere yer verilmiştir: i. Başvurucunun yatırdığı bedel 1/1/2003 tarihi itibarıyla 13.321 dolara ulaşmıştır. ii. Tasfiye sırasında mudilere yapılan ödemeler mevcuttur. 2001-2007 yılları arasında Şirkete ait cari hesaplarda düşüş meydana gelmiş ve 2007 yılı içinde hesapların tamamı kapatılmıştır. Katılım hesap bakiyeleri 2001 yılında 240.301.345 avro ve 658.891.488 dolardır. Bu bakiye 2001-2011 dönemi içinde yıllar itibarıyla azalmış olup 31/3/2011 tarihi itibarıyla 76.011.316 avro ve 153.668.772 dolar borç bulunmaktadır. iii. 2001-2010 döneminde Şirketin kârı bulunmayıp zararı mevcuttur.

  5. Asliye Ticaret Mahkemesi 5/12/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir: i. Taraflar arasında kâr ve zarara katılma akdi olduğu, bu akit gereği hesabı olanlara katılım hesabı sonucu oluşan fonların işletilmesi neticesinde kâr niteliğinde gelir tahakkuk ettirilmişse ödeme yapılabileceği, zarar gerçekleşmişse sözleşme gereği katılımcının zarara da katılmak zorunda olduğu ifade edilmiştir. ii. Şirketin faaliyet izninin BDDK tarafından 10/2/2001 tarihinde kaldırılması neticesinde tasfiyeye girdiği ve tasfiye sürecinin devam ettiği belirtilmiştir. Faaliyet izninin kaldırılmasına ilişkin kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihten itibaren ÖFK hakkında ihtiyati tedbir dâhil her türlü icra iflas takibinin duracağına ve tasfiye işlemlerinde 2004 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamayacağına işaret edilerek başvurucunun hak talebinde bulunabilmesi için tasfiyenin sonuçlanmasını beklemesi gerektiği vurgulanmıştır.

  6. Başvurucunun temyiz ettiği karar Yargıtay 19. Hukuk Dairesi (Yargıtay Dairesi) tarafından 23/11/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Yargıtay Dairesince 6/4/2017 tarihinde reddedilmiştir.

  7. Nihai karar başvurucuya 26/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

  8. İnceleme tarihi itibarıyla tasfiye hâlinde olan özel finans kurumu tarafından kâr ve zarara katılma sözleşmesi kapsamında başvurucuya yapılan bir ödeme tespit edilmemiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

  1. 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nda değişiklik yapılmasına ilişkin 19/12/1999 tarihli ve 23911 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 4491 sayılı Kanun'un ilgili kısmı şöyledir: ''MADDE 11.- 4389 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, maddeye aşağıdaki (6) numaralı fıkra eklenmiştir. Mevduat kabul etmeyen bankalar bu Kanunun 10 uncu maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı, 11 inci maddesinin (1), (2), (3), (5), (6), (12) numaralı fıkraları ile 12 nci maddesi, 14 üncü maddesinin (5), (6) ve (7) numaralı fıkraları, 15(2/c,d ve e bentleri hariç), 16 ve 17 nci maddeleri hükümleri dışındaki diğer madde hükümlerine tabidir. Ancak, Kurum bu Kanunun 14 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtilen durumları tespit ettiği takdirde bunların bankacılık işlemleri yapma izni Kurulun en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınmış kararıyla kaldırılır ve bunlar genel hükümlere göre tasfiye edilir.

  2. Mevduat toplama yetkisi bulunmayan ancak, özel cari hesaplar ve kâr ve zarara katılma hakkı veren hesaplar yoluyla fon toplayan, ekonomik faaliyetleri ekipman veya emtia temini veya kiralanması veya ortak yatırımlar yoluyla finanse eden özel finans kurumları bu Kanunun 10 uncu maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları, 12 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14 üncü maddesinin (5), (6) ve (7) numaralı fıkraları, 15 (2/c, d ve e bentleri hariç), 16, 17 ve 19 uncu maddeleri ile 20 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası hükümleri dışındaki diğer maddelerine tabi olup, Kurum bu Kanun hükümleri çerçevesinde bu kurumlara ilişkin kâr ve zarara katılma hakkı veren hesapların özelliklerini dikkate alarak her türlü düzenleme yapmaya yetkilidir. Ancak, Kurum bu Kanunun 14 üncü maddesinin (3) ve (4) numaralı fikralarında belirtilen durumları tespit ettiği takdirde, özel finans kurumunun faaliyet izni Kurulun en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınmış kararıyla kaldırılır. Özel finans kurumları açısından emtia veya gayrimenkullerin fınansal kiralanması ya da kâr ve zarara katılma ve benzeri yöntemlerle yapılan her türlü finansman faaliyetleri de bu Kanuna göre kredi olarak addolunur. Bu Kanun hükümlerine göre, bu kurumların özel cari hesaplar ve kâr ve zarara katılma hakkı veren hesaplar yoluyla topladıkları fonlar ve diğer taahhütleri de 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 40 inci maddesinin (II) numaralı paragrafının (a) bendi hükümlerine tabidir. Bu Kanunun 21, 22 ve 23 üncü maddelerinde yer alan ceza hükümleri, özel fınans kurumları ve görevlileri için de uygulanır. MADDE 17.- 16.12.1983 tarihli ve 83/7506 sayılı Özel Finans Kurumlarının Kurulması, Faaliyetleri ve Tasfiyelerine İlişkin Esas ve Usullere Dair Bakanlar Kurulu Karan ile bu karara istinaden çıkarılmış tüm mevzuat yürürlükten kaldırılmıştır. GEÇİCİ MADDE 3.- a) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte faaliyet gösteren özel finans kurumları mevcut durumlarını 4389 sayılı Bankalar Kanununun tabi oldukları maddelerine iki yıl içinde intibak ettirmek zorundadırlar. 4389 sayılı Bankalar Kanununun 7 ve 9 uncu maddeleri hükümlerine bu süre içinde intibak etmeyen özel finans kurumlan genel hükümlere göre tasfiye edilir. b) 4389 sayılı Bankalar Kanunu hükümleri çerçevesinde özel finans kurumlarına ilişkin düzenlemeler yapılıncaya kadar yürürlükten kaldırılan düzenlemelerin 4389 sayılı Bankalar Kanununa aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. ...''

  3. 4389 sayılı mülga Kanun'da değişiklik yapılmasına ilişkin 12/5/2001 tarihli ve 4672 sayılı Kanun'un ilgili kısmı şöyledir: ''MADDE 11. — 4389 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. ...

  4. a) .....''

  5. Tasfiyeye başlandığı tarihte yürürlükte bulunan 6762 sayılı mülga Kanun'un anonim şirketleri düzenleyen Dördüncü Faslı'nın "Anonim Şirketlerin İnfisahı ve Tasfiyesi" başlıklı Yedinci Kısmı'nda bulunan ''Tasfiye hali'' kenar başlıklı 439. maddesi şöyledir: ''Şirketin diğer bir şirketle birleşmesi, bir limited şirket şekline çevrilmesi veya bir amme hükmi şahsı tarafından devralınması halleri haric olmak üzere, infisah eden şirket tasfiye haline girer. Tasfiye haline giren şirket, pay sahipleriyle olan münasebetlerinde dahi, tasfiye sonuna kadar ve ehliyeti, 232 nci madde hükmü mahfuz olmak kaydiyle tasfiye gayesiyle mahdut olarak hükmi şahsiyetini muhafaza ve ticaret ünvanını (tasfiye halinde) ibaresini ilave suretiyle kullanmakta devam eder.''

  6. 6762 sayılı mülga Kanun'un ''Alacaklıların daveti ve himayesi'' kenar başlıklı 445. maddesi şöyledir: ''Alacaklı oldukları şirket defterleri veya diğer vesikalar münderecatından anlaşılan ve ikametgahları bilinen şahıslar taahhütlü mektupla, diğer alacaklılar 37 nci maddede yazılı gazetede ve aynı zamanda esas mukavele ile muayyen şekilde ilan suretiyle şirketin infisahından haberdar ve alacaklarını beyana davet edilirler. Alacaklı oldukları malüm olanlar beyanda bulunmazlarsa alacaklarının tutarı notere tevdi olunur. Şirketin henüz muaccel olmıyan borçlariyle münazaalı bulunan borçlarına tekabül edecek bir para dahi kezalik notere tevdi olunur; meğer ki, bu gibi borçlar kafi bir teminat ile karşılanmış veya şirket mevcudunun ortaklar arasında taksimi bu borçların ödenmesine talik edilmiş olsun. Yukarıki fıkralarda yazılı hükümlere aykırı hareket eden tasfiye memurları haksız olarak ödedikleri paralardan dolayı 224 üncü madde hükmünce mesuldürler.''

  7. 6762 sayılı mülga Kanun'un ''Diğer işler'' kenar başlıklı 446. maddesi şöyledir: ''Tasfiye memurları; şirketin cari muamelelerini tamamlamak, pay bedellerinin henüz ödenmemiş olan kısımlarını icabı halinde tahsil etmek, aktifleri paraya çevirmek ve şirket borçlarının ilk tasfiye bilançosundan ve alacaklıların daveti neticesinde anlaşılan vaziyete göre şirket mevcudundan fazla olmadığı taayyün etmiş ise bu borçları ödemekle mükelleftirler. Şirket borçlarının şirket mevcudundan fazla olması halinde tasfiye memurları keyfiyeti derhal mahkemeye bildirirler; mahkeme iflasın açılmasına karar verir. Tasfiye memurları tasfiyenin uzun sürmesi halinde her yıl sonu için ara bilançoları ve tasfiye sonunda son ve kati bir bilanço tanzim ederek umumi heyete tevdi ederler.''

  8. 6762 sayılı mülga Kanun'un ''Tasfiye neticesi dağıtma'' kenar başlıklı 447. maddesi şöyledir: ''Tasfiye halinde bulunan şirketin borçları ödendikten sonra kalan mevcudu, esas mukavelede aksine bir hüküm olmadıkça, pay sahipleri arasında ödedikleri sermayeler ve paylara bağlı olan imtiyaz hakları nispetinde dağıtılır. Alacaklıları üçüncü defa davetten itibaren bir yıl geçmedikçe kalan mevcut dağıtılamaz.Şu kadar ki; hal ve duruma göre alacaklılar için bir tehlike mevcut olmadığı takdirde mahkeme bir yıl geçmeden dahi dağıtmaya izin verebilir. Esas mukavelede ve umumi heyet kararında aksine hüküm bulunmadıkça dağıtma para olarak yapılır.''

  9. Tasfiye sırasında yürürlüğe giren 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun ''İlk envanter ve bilanço'' kenar başlıklı 540. maddesi şöyledir: ''(1) Tasfiye memurları görevlerine başlar başlamaz, şirketin tasfiyenin başlangıcındaki durumunu incelerler; gerekirse şirket mallarına değer biçmek için uzmanlara başvurarak, şirketin malvarlığına ilişkin durumu ile finansal durumunu gösteren bir envanter ile bilanço düzenler ve genel kurulun onayına sunarlar. (2) Envanter ve bilançonun onaylanmasından sonra, tasfiye memurları şirketin envanterde yazılı bütün malları ile belgelerine ve defterlerine el koyarlar.''

  10. 6102 sayılı Kanun'un ''Alacaklıların çağrılması ve korunması'' kenar başlıklı 541. maddesi şöyledir: '' (1) Alacaklı oldukları şirket defterlerinden veya diğer belgelerden anlaşılan ve yerleşim yerleri bilinen kişiler taahhütlü mektupla, diğer alacaklılar Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ve şirketin internet sitesinde ve aynı zamanda esas sözleşmede öngörüldüğü şekilde, birer hafta arayla yapılacak üç ilanla şirketin sona ermiş bulunduğu konusunda bilgilendirilirler ve alacaklarını tasfiye memurlarına bildirmeye çağrılırlar. (2) Alacaklı oldukları bilinenler, bildirimde bulunmazlarsa alacaklarının tutarı Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca belirlenecek bir bankaya depo edilir. (3) Şirketin, henüz muaccel olmayan veya hakkında uyuşmazlık bulunan borçlarını karşılayacak tutarda para notere depo edilir; meğerki, bu gibi borçlar yeterli bir şekilde teminat altına alınmış veya şirket varlığının pay sahipleri arasında paylaşımı bu borçların ödenmesi şartına bağlanmış olsun. (4) Yukarıdaki fıkralarda yazılı hükümlere aykırı hareket eden tasfiye memurları haksız olarak ödedikleri paralardan dolayı 553 üncü madde uyarınca sorumludur.''

  11. 6102 sayılı Kanun'un '' Diğer tasfiye işleri'' kenar başlıklı 542. maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''(1) Tasfiye memurları; a) Şirketin süregelen işlemlerini tamamlamak, gereğinde pay bedellerinin henüz ödenmemiş olan kısımlarını tahsil etmek, aktifleri paraya çevirmek ve şirket borçlarının, ilk tasfiye bilançosundan ve alacaklılara yapılan çağrı sonucunda anlaşılan duruma göre, şirket varlığından fazla olmadığı saptanmışsa, bu borçları ödemekle yükümlüdürler. ... d) Tasfiyenin uzun sürmesi hâlinde, her yıl sonu için tasfiyeye ilişkin finansal tabloları ve tasfiye sonunda da kesin bilançoyu düzenleyerek genel kurula sunarlar. e) Şirketin bütün mal ve haklarının korunması için düzenli ve görevinin bilincinde bir yönetici gibi gereken önlemleri alır ve tasfiyeyi mümkün olan en kısa sürede bitirirler ...''

B. Uluslararası Hukuk

  1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

  2. Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir: "Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir."

  3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 13. maddesi, yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82).

  4. AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin mahkemelerce etkili bir şekilde incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157; Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, § 36).

  5. Hazine arazisi üzerine inşa edilen bir gecekondunun etrafında bulunan çöplüğün patlaması üzerine zarar gördüğü olayın ele alındığı Öneryıldız/Türkiye ([BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004) kararında AİHM, mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükler yönünden ihlal edildiğine karar verdiği gibi meseleyi etkili başvuru hakkına ilişkin 13. madde yönünden de ele almıştır. AİHM'e göre Sözleşme'nin 13. maddesi, ulusal hukuk sistemlerinin yetkili ulusal otoritelere Sözleşme kapsamında ileri sürülebilir bir şikâyetin özünü ele almalarına salahiyet tanıdığı etkili bir hukuk yolunu erişilebilir kılmasını gerektirir. Bunun amacı ise uluslararası şikâyet mekanizmasını AİHM önünde harekete geçirmek zorunda kalmadan önce bireylerin Sözleşme haklarının ihlalleri için ulusal düzeyde telafi elde edebilecekleri uygun bir yol sağlamaktır (Öneryıldız/Türkiye, § 145). Bununla birlikte AİHM 13. madde ile sağlanan korumanın herhangi bir özel çözüm yöntemi gerektirecek kadar ileri gitmediğini, taraf devletlerin bu hüküm kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirme konusunda belirli bir takdir aralığının olduğunu kabul etmiştir (Öneryıldız/Türkiye, § 146). AİHM, başvurucunun evinin ve eşyalarının kaybı yönünden tazminat yolu etkin bir şekilde işletilmediği için Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi ile bağlantılı olarak 13. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir (Öneryıldız/Türkiye, §§ 156, 157).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

  1. Anayasa Mahkemesinin 14/9/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

  1. Başvurucu, 1999-2000 yıllarında Şirkete yatırdığı parayı yasal başvuru yollarını tüketmesine rağmen hâlen tahsil edemediğini ve Şirketin bazı hak sahiplerine ödemeler yaptığı hâlde kendisine keyfî olarak ödeme yapmadığını ifade etmiştir. Alacağının ödenmesi için bireysel başvuru tarihine kadar yaklaşık on yedi yıl geçtiğini ve Şirketin bu konuda bir denetime tabi tutulmadığını belirten başvurucu, alacağının ödenip ödenmeyeceği ve ne zaman ödeneceği hususunda belirsizlik yaşandığını vurgulamıştır. Sonuç olarak bilirkişi raporu ile bir kısım hak sahibine ödemelerin yapıldığının tespit edildiğini, Mahkeme tarafından bu raporun esas alınmayıp eksik incelemeye dayalı olarak karar verildiğini, 2001 yılından bu yana tasfiye sürecinin keyfî olarak bitirilmediğini, icra takibi ve dava yoluyla alacağını tahsil edemediğini belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

  1. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir: “ Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

  2. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de şikâyetin özünün tasfiye sürecinin keyfî olarak 2001 yılından bu yana bitirilmemesi nedeniyle alacağın ödenmemesine, bir kısım hak sahibine ödeme yapıldığı bilirkişi raporu ile tespit edildiği hâlde bu raporun Mahkemece dikkate alınmayarak eksik inceleme yapılmasına, icra takibi ve dava yoluyla alacağın tahsil edemediğine yönelik olduğu anlaşıldığından şikâyetlerin mülkiyet hakkını ilgilendirdiği değerlendirilmiştir. Öte yandan bireysel başvuruya konu davanın tasfiyenin sonuçlanmaması gerekçe gösterilerek reddedilmesi ve hak talebinde bulunulabilmesi için tasfiyenin tamamlanması gerektiğinin ifade edilmesi nedeniyle başvurucunun şikâyetinin Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

  1. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

  1. Somut olayda başvurucunun Şirkete yatırdığı paraların mülk teşkil ettiği hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.

b. Genel İlkeler

  1. Etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânının sağlanması olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).

  2. Öte yandan şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna göre kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı yollarının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola başvurulabilmesi için öngörülen şartlar somut olaylara tatbik edilirken dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi, şartların oluşmadığı sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (İlhan Gökhan, B. No: 2017/27957, 9/9/2020, §§ 47, 49).

  3. Anayasa'nın 35. maddesinde "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." hükmüne yer verilerek mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 5. maddesi ise insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır. Mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu haklara müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın 5. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 35. maddesi uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere söz konusu temel hakların korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (AYM, E.2019/40, K.2020/40, 17/7/2020, § 37; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 13; Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

  4. Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Mülkiyet hakkına müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesi, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, §§ 46, 48).

c. İlkelerin Olaya Uygulanması

  1. Somut olayda başvurucu, 1995 yılında faaliyete geçen, ÖFK niteliğinde olan Şirkete kâr ve zarara katılma hesabı sözleşmesi kapsamında 1999 ve 2000 yıllarında toplam 11.773 dolar yatırmıştır. Şirketin faaliyet izni 10/2/2001 tarihinde BDDK tarafından kaldırılmış ve 3/8/2001 tarihinde yapılan Olağanüstü Genel Kurul Toplantısı'nda tasfiye kararı alınarak tasfiye memurlarınca tasfiye sürecinde borçlu firmalardan yapılacak tahsilat miktarına, şekline ve tahsilat sürelerine uygun olarak kesinleşen tüm borçların elverdiği ölçüde, beş yıl içinde ödenmesi karar altına alınmıştır.

  2. 2001 yılında başlayan tasfiye süreci nedeniyle yatırdığı bedelleri tahsil edemeyen başvurucu, 2011 yılında alacağının tahsili için icra takibi başlatmıştır. Şirketin itirazı üzerine takip durmuş ve başvurucu, alacağının tahsilini sağlamak maksadıyla itirazın iptali davası açmıştır.

  3. Yargılama sırasında mali müşavir bilirkişisi tarafından düzenlenen raporda, başvurucunun Şirkete yatırdığı bedelin 1/1/2003 tarihi itibarıyla 13.321 dolara ulaştığı, Şirketin tasfiye sırasında yapılan ödemeler sonucunda 2007 yılı itibarıyla cari hesapları tamamen ödediği, katılım hesap bakiyeleri 2001 yılında 240.301.345 avro ve 658.891.488 dolar iken borç bakiyesinin 2001-2011 döneminde yıllar itibarıyla azaldığı, katılım hesaplarında 31/3/2011 tarihinde 76.011.316 avro ve 153.668.772 dolar borç olduğu ifade edilmiştir. Ancak Mahkeme, başvurucunun alacaklı olduğu yönündeki tespitlere rağmen davayı reddetmiştir.

  4. Mahkeme kararının gerekçesinde tasfiye sürecinin devam ettiğine vurgu yapılarak Şirketin faaliyet izninin kaldırılmasına ilişkin kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihten itibaren ÖFK hakkında ihtiyati tedbir dâhil her türlü icra iflas takibinin duracağı, tasfiye işlemlerinde 2004 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamayacağı belirtilmiş; başvurucunun hak talebinde bulunabilmesi için tasfiyenin tamamlanması gerektiğine işaret edilmiştir. Öte yandan mahkeme kararında başvurucunun iddialarına ilişkin herhangi bir araştırma ve değerlendirme yapılmadığı görülmüştür (bkz. § 19). Kararın onanmasına ve karar düzeltme talebinin reddine ilişkin Yargıtay kararlarında ise mahkeme kararının uygun bulunduğu ifade edilmekle yetinilmiştir.

  5. Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı, temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla oluşturulan idari ve yargısal mekanizmalara yapılan başvuruların mutlaka başvurucu lehine sonuçlanmasını güvence altına almamaktadır. Bu bağlamda ilgili idari ve yargısal mercilere düşen ödev, başvurucunun şikâyetinin esasını inceleyerek ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karara bağlamaktır. Bununla birlikte mahkemelerin yorum ve değerlendirmelerinin söz konusu başvuru yoluna müracaat edilmesini anlamsız kılacak, başarı şansını zayıflatacak derecede keyfîlik içermesi ya da açıkça makul olmayan bir muhakemeye dayanması hâlinde etkili başvuru hakkı ihlal edilebilir (Seyfettin Şimşek, B. No: 2019/21111, 30/3/2022, § 41).

  6. Anayasa Mahkemesince incelenecek ilk mesele başvurucunun alacaklı olduğunu ileri sürdüğü bedeli tahsil edebilmesine imkân tanıyan etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığıdır. İncelenecek ikinci mesele ise teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen bu yolun başvurucunun açtığı davada fiilen işleyip işlemediği, diğer bir ifadeyle pratikte başarı şansı sunup sunmadığıdır.

  7. Tasfiyeye başlandığı tarihte yürürlükte olan 6762 sayılı mülga Kanun'da ve tasfiye sırasında yürürlüğe giren 6102 sayılı Kanun'da yer alan tasfiyeye ilişkin hükümlerin tasfiye sürecinin başından itibaren alınacak tedbirleri, tasfiyenin sürdürülme şeklini, tasfiye sırasında yapılacak işlemleri ve tasfiyenin ne şekilde sonuçlandırılacağına yönelik hususları düzenlediği görülmektedir (bkz. §§ 25-31). Bu hükümler incelendiğinde kanun koyucunun tasfiyenin tamamlanması için bir süre şartı öngörmediği ancak mümkün olan en kısa sürede tasfiyenin tamamlanması gerektiğine vurgu yaptığı anlaşılmıştır. Tasfiyenin belirli bir süreyle sınırlandırılmamasının tasfiyenin sağlıklı şekilde sürdürülmesi amacını taşıdığı açıktır. Yine bu gerekçeyle, alacak hakkı bulunduğunu ileri sürenlerin alacaklarının varlığını ortaya koyabilecekleri yasal başvuru yollarını kullanabilmelerinin 4672 sayılı Kanun'da yer verilen düzenlemeler nedeniyle tasfiyenin sonuçlanması şartına tabi tutulmasının tasfiye ile hedeflenen sonuçlara varılması amacı taşıdığında şüphe bulunmamaktadır. Ancak devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında bir yandan alacak ve borç ilişkilerinin ortaya konulmasının sağlanması açısından tasfiye sürecinin tamamlanması gerektiğine ilişkin kurallara yer verilirken öte yandan da alacak hakkı bulunduğunu ileri sürenlerin haklarını makul kabul edilebilir bir sürede ortaya koyabilmelerine imkân tanıyan tedbirlerin alınması gerektiği açıktır.

  8. Başvuru konusu olayda 2001 yılında başlayıp devam eden tasfiyenin ne zaman sonuçlanacağı hususunda belirsizliğin sürdüğü ve Mahkemenin tasfiye işlemleri hakkında herhangi bir denetim ve inceleme yapmadığı görülmüştür. Derece mahkemelerinin gerekçelerine göre tasfiye süreci tamamlanmadan açılacak dava veya icra takibinin başarıya ulaşma şansı olmadığı açıktır. Başvurucu, Şirkete 1999 ve 2000 yıllarında para yatırmıştır ancak tasfiyenin başladığı 2001 yılından bu yana yatırdığı bedelleri tahsil etmeye çalışmaktadır. Yirmi yılı aşkın süredir devam eden tasfiye sürecinin başvurucu açısından katlanılabilir ve öngörülebilir olmadığı açıktır. Devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında başvurucunun alacağını tahsil etmesini sağlama yönünde bir yükümlülüğü bulunduğundan söz edilemeyeceği açık olmakla birlikte alacağının tahsiline imkân tanıyan uygun hukuki mekanizmaların kurulması, bu hukuksal yol ve mekanizmaların somut olarak işlerliğinin sağlanması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir.

  9. Bu itibarla başvurucu, alacağının tahsili için icra takibi ve dava yoluna başvurmasına rağmen uzun zamandır devam eden tasfiye sürecinin sonuçlanmadığı gerekçesiyle hukuki mekanizmaları işletme imkânından mahrum bırakılmıştır. Dolayısıyla teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen başvuru yolu somut olayda başarı şansı sunma kapasitesini yitirmiştir.

  10. Sonuç olarak Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. Giderim Yönünden

  1. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir… (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  2. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve 11.000 dolar karşılığı TL zararının 2001 yılından bu yana en yüksek mevduat faiziyle ödenmesini talep etmiştir.

  3. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için teorik düzeyde etkili bir yol olduğu tespit edilen icra takibine yönelik itiraz üzerine yapılan yargılamada derece mahkemelerince başvurucunun iddialarının esasına ilişkin bir inceleme yapılmamıştır. Bu itibarla başvurucunun iddialarının esasının değerlendirilmesi ancak yeniden yargılama ile mümkün olduğundan yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Öte yandan yeniden yargılama yapılmasının ihlalin bütün sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı dikkate alındığında başvurucuya 30.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi nedeniyle manevi tazminat ödenmesinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talepleri kabul edilmemiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla Bakırköy 7. Asliye Ticaret Mahkemesine (E.2012/454, K. 2013/291) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.157,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/9/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

Kültür Mah. Mithatpaşa Cad. No: 71/4 Çankaya/ANKARA
0 (543) 454 11 49
Black Minimalist Modern Attorney Law Logo 1080 x 1080 piksel

You cannot copy content of this page

Scroll to Top
× İletişime Geç